top of page
Search
  • Writer's pictureYıldo

Sıcaklar...

Sıcaklar adeta dostum oldu. Onla yatıp onla kalkıyorum. Klimalar beni kurtarıyor ama çok kullandığım zaman hasta oluyorum. Ne yapacağımı şaşırdım. Devamlı tişört değiştiriyorum. Resme başladım fakat sıcaktan hangi renkleri seçeceğimi hayal edemiyorum.

Kitap okumak bile zorlaştı. Aklıma Maşukiye geliyor. Ali ile Kartepe’ye çıkışımız ve püfür püfür esen rüzgarı özlüyorum. Sabah sıcak, aksam sıcak dağlardaki rüzgârı özledim. İlk çağlardaki insanlar aklıma geliyor. Buna da şükür diyorum. Bu acımasız güneşle nasıl yasadılar.

Bu gün termometre 43 gösteriyor. Evden çıkış yok galiba. Akşamı bekliyorum.

Kararmış gece de yürümekte varmış. İşim zor, yürümesem vücudumu hastalıklara açmış olacağım. Sıcak, sama bağışıklık sistemimin hayrı için yürümeliyim.

Sıcak beni kumsala vurmuş deniz anası gibi yaptı.

Anadolu güneş tanrılarıyla anılıyordu cuviler. Bundan mı yok oldular cuviler Batı Anadolu’da?

Dışarıda yeşil namına ot bile görmüyorum. Villaların çimleri bile kurumuş. Etrafta su birikintisi bile yok. Tabiat Koyunbabada adeta susmuş. Kayalar, toprak çok sessiz. çiçekler kurumuş, suya hasret . Bulutlar, rüzgâr, su yok. Ağaçlarıda kestiklerinden gölgelikte yok, aksamı bekliyorum o da olmuyor. Geceyle beraber sıcak bütün vücudumu sam yeli gibi yakıyor.

Sokaklar sıcak rüzgarla beraber adeta bir toz yığını. Etrafta kurumuş bitkiler uçuşuyor. Koyunbaba bir çöle dönüşmüş. İnşaat görüntüleri de sıcağın güzel bir atmosferini bizlere gösteriyor. Burası beton sevicilerin kasabası olmuş. Her yer beton , her yer istinat duvarı. Yollar delik deşik, adeta sıcakla bütünleşmişler, asfalt erimiş durumda. Bozuk, delik deşik yola güzel bir çerçeve yapıyor.


Ah yağmurlu günler dolu gibi yağan yağmuru özler oldum. Hatıralarımı, anılarımı, bu sıcak kuruttu. Bu kavurucu sıcaklar yobazlara ne çok benziyor. Galatasaraylı genç arkadaşlarımla Instagram’da şaka yapacak takatim kalmamış.

Ah be serinlik, özlettin kendini, esen rüzgarları. Beynim sıcaktan uyuşmuş, sen hala güneşin aydınlığından bahsediyorsun, şimdi daha iyi anlıyorum Hicaz ve Yemen çöllerinde milyonlarca Mehmetçiğin şehit olmasını ve o sıcakta Arap ve İngilizlere esir düşerek sıcakla gördükleri işkenceyi ve susuzluğu hatırladıkça kahroluyorum.

Sıcaklar çöl gibi kendisine dönüştürüyor sessizce bizleri. Sanki sıcakta bir kara deliğe girmiş gibiyim.Sıcak yakıcı kırbacıyla enerjimizi de emiyor. Kuşlar dahi ötmez oldu. Ama Ağustos böceğinin keyfi yerinde, Haya ısındıkça daha da ötüyorlar.

3 ay evvel Koyunbaba cennet bahçesi gibiydi. Etraf cayır cayır yanıyor. Ağacın tek yaprağını oynatacak mecali yok. Bu sıcakta Koyunbaba olmuş betonbaba.

Lanet sıcağa kızıp ta soğuk davranmakta isteniyorum. Şırıl şırıl sularıyla, mis kokulu Kaz dağlarını özlüyorum.Kendimle de az konuşur oldum.Mezarlardaki ölülerden farkımızda kalmadı. Ölmeden ince ölmek dedikleri bu olsa gerek. Sabah gene güneşle uyanıyorum, bayıldım bayılacağım. Bütün korkum vücudumun, kontrolü bende değil. Kurumuş susuz çalı gibiyim. Öğlene doğru sıcak azdıkça azıyor. Öğle güneşi cehalet gibi çöktü Betonbaba’ya, iyi tarafı güneşin herkese eşit olması.

Kurumuş çalı gibi çatırdıyorum, geldik ve gidiyoruz. Niçin sıcak için feryat ediyorsun? Altı üstü bir sıcak. Bugüne kadar nelere dayandın. Şunun şurasında birkaç ay sonra o serinlikler seni sevindirecek. Biraz sabırlı ol. Evren milyonlarca yıldan beri güneşle kavruluyor, sen isyandasın.

Güneşin azgın sıcaklığını yenecek kelimeleri düşünmekteyim. Beynimi soğutacak kelimelerin peşine düştüm.

Başımda ne hayaller, arzular vardı. Yandık kavrulduk ana pes etmemeye de ant içtik. Bu sıcak öyle bir sıcak ki ateş denizine düştük.

Esas olan bu sıcaklarda insan gönlünü hoş tutmalı. Ah gönül yanmaktasın çifte kavrulmuş gibi. Esmiyorsa rüzgâr meditasyonla çağır onu. Terim sıcaktan traş kolonyası gibi kokuyor. Kurumuş mor renkli lavanta çiçeklerinin kokusunu alıyorum. Beynimi soğutacak kelimeleri arıyorum. Sıcakla üstümüze yıkıldı yalancılar gibi. Kahırlanma, bu da çabuk geçer. Ah elleri kırılsın diyorum ama, o kırılmayan eller bütün ülkede kesiyor, bize gölge olan ağaçlarımızı. Hem de bu sıcakta nasıl kıyıyorlar onlara. Sıcak, güneşle, betonla arkadaş olmuş. Keşkem gündüzleri de mehtaplı olsa diyorum, bir çocuk gibi.

Şu anda Abant gölünün çam ağaçlarının arasında gezmek vardı. Abant gölünün sularına sokmak isterdim ayaklarımı. Onun sularından içmek Ali Han ile o muhteşem göle bir daha, bir daha dönmek isterdim.

Ali ile gece bile ay ışığında gölü karlı, karsız zamanda beraber yürümüştük. Ne çabukta geçti günler. Ali’yi aldığımda hep Abant’a kaçardık, bir mahkum gibi. Gecenin o sessizliğin de yıldızların altında yürümenin ne olduğunu bilenler neden bunları yazdığımı iyi anlamışlardır. Evet cennetin gece versiyonu. Etraf öylesine güzel ki Ali ile yürümüşüz bitmesin istiyorum.

Öyle mutluyum ki bilemezsiniz. Evet diyorum bu çocuk doğayı seviyor. Etrafta kimsecikler yok yalnız başımıza gece ay ışığında Mevlana’nın dervişleri gibi dönüyoruz. İlahi Ask dedikleri bu olsa gerek.

Kızgın yaz güneşi beni nerelere getirdi. Abant’ta gürül gürül akan dereleri hatırlıyorum. süngü gibi göğe yükselen çam ağaçlarının muhteşemliği, güzelliği, bu sıcakları soğutuyor bence. Ah o Bolunun kutsal havası. Bu düşünceler içime su serpiyor.

Ah Ali ayrılığımızı hep doğayla, Bolu dağlarıyla taçlandırdık seninle. Konuşmadık ama gönüllerimiz sessizce konuştu. Tabiat her şeyi tedavi ediyor. O ormanlar geceleri şarkılar söylüyordu. Aliyle bu sesleri duyduk. Yıldızların da kendi aralarında konuştuklarını da hissediyorduk. Kuyruklu yıldızların geçit törenleriyle adeta mest olmuş vaziyette, karanlıkla beraber gene yollara düşüyorduk. Gene ayrılmak üzere.

Ben ayrılıklara öyle alıştım ki, kendi kendime “Sen ayrılıklarla mı besleniyorsun?” diyorum.

Tekâmülümüzdeki deki gelişmenin sonuçları bu olsa gerek. Yalnız geldik, yalnız gidiyoruz. Üzülecek bir şey yok bu bence çok büyük bir farkındalık. Aydınlanma dediğimiz bu galiba. Aydınlanıyoruz, aydınlanıyoruz ama bitmeyen sınavlar, eprövler. gelip geçiyor. Vicdan ve sergi boyutuyla sıcaklar neler yazdırıyor inanamıyorum.

Azgın güneş, sıcaklığıyla intikamı alıyor. Yemek yiyemez olduk. Terlemekten bir deri kemik kaldık.

Bu güneşte emekli maaşımda eriyip gidiyor. Ayakta dipçik gibi duran günlerimi hatırlıyorum. Ah güneş, bize bütün gün kan kusturdun, ama aksam ezanıyla

kaybolup gideceksin ve ufuklarda kızıl bir top gibi yok olacaksın. Ey sevgili bu gece kalbindeki kandilden başka ışık arama.

Her gece içen içsin rakısını, şarabını. Ey sevgili benden başka sevgili, benden

sarhoş arama, bizler ask şarabıyla sarhoş olmuşuz. Gece olunca güneşle sıcakla olan sorunum bitiyor.

Bu gece Yalıkavak ve Didim’den Kuzey rüzgârlarını beklemekteyim. Evet Turava taraflarından gelmekte O istediğin soğuk rüzgarlar. Odam püfür, püfür.

Sabaha kadar serin rüzgarla dans. İşte bu saatlerde çok faalim. Okuma, yazma, resim aktif oluyor.

Geceleri her gün iple çekiyorum. Gündüz cehennemi, gecede cenneti yaşıyorum.

Koyunbaba’nın (Gümüşlük) en güzel tarafı, ne türlü olursa olsun esmesi ve nemin olmaması.

Bu esintiyle kelimeler rüzgarla havada uçuşuyor. Onlara bir türlü sahip olamıyorum. Denize vurmuş ay ışığının parıltısı ürpertiyor beni. Tövbe kapısının kapandığını tekrarlıyor sesim.

Bunu her gece içenlere söylüyorum, rakı muhabbetiyle temizleme imkânı yok artık diyorum.

Devre sonun girdik, ne yaptıysak onar hesap halinde önümüze konacak. Manevi hesap ödeme imkanı geldi de geçti artık. Son pişmanlık fayda vermez. Çünkü

yarın ki sıcaklarla günahlarımız gibi ter atmakla meşgul olacağız. Şimdiden 3 tane Tişört hazırladım.

Azgın güneşin bizi kavuracağı, saatler yaklaşmakta. Sabah ezani çan sesi gibi hatırlatıyor aydınlığı. Bugün çok sıcak olacak diyorlar. Acaba Koyunbaba sakinleriyle yağmur duasına mi çıksak. Etrafa bakıyorum, bir çeşme arıyorum. Eskiden, 1970’lerde Bodrumun her tarafında çeşmeler vardı. Ne oldu o billur gibi sulara. Kim yok etti onları. Arabayla geçerken durup başımızı, gözümüzü, elimizi, ayaklarımız, yıkardık.

Bunlarda yok oldu. Kalan bizlere sadece güneş oldu. Artık lıkır lıkır içilecek çeşme bile kalmadı Beni yakan artık güneş değil, bu insanların vurdum duymazlıkları.

İnsan niçin güneşe bakamaz? Bakmayana aptal mı diyorlar. Tanrı öyle istedi, çünkü arada perde var. Güneş yine sıcakla tepemizde , hücuma geçer gibi yakıyor bizi. Ah diyorum bir çeşme bulsak ta testimizi doldursak.

14 views0 comments
bottom of page